Belleğin Önemi Üzerine - 1



Bellek hepimizin yanında taşıdığı günlüktür 

Oscar Wilde

Bergson, felsefe tarihinde daha önce pek de üzerine durulmamış bellek hakkında bir temellendirme sunmaktadır. Bilincin öznel etkinliğinde bellek, geçmişin ve şimdinin ardışık zamanın incelenmesinde imge ve tasarım yapmamıza götürmektedir, bu yolla duygulanım ve tepkinin dışavurumu beden yoluyla sağlanmaktadır. Bununla birlikte, zihinsel aşamadaki işlemler tasarımlarım, benim dışımdaki bireyler tarafından duyumsanır hale gelmektedir. Fenomenal etkinliğe geçen tasarımlarım, mekanda eylem, kuvvet ve duygu yüklü tepkiyle ortaya çıkmaktadır.


Zaman içsel algının, mekan ise iki türevli dışsal algıdır, ilk olarak alınan yayımlımsal saf katışıksız duyu verisidir, saf algı şeklinde belirir. Daha sonra, daha öncesinde deneyimlenen maddenin algısı bellekte hatırlama oluşturur; geçmiş ve şimdinin algısı birbiriyle çarpışır. Zamansal akış öznede hatırlamayla belirir, şimdiden geçmişteki deneyimleri zihninde belirir. Bu belirme, mekansal etkinliğin ona gösterdiği maddesel formun, içeriğin homojen yönünün zihinsel etkinlik aşamasıyla heterojen algıya dönüşmüş olur. Bu yolla artık, mekandaki maddeye yeni bir algı kazandırılır, sonra maddeye karşı verilecek olan tepki ve duygulanım, dış dünyanın zihinsel etkinliği olan imgeler tarafından oluşturulur. Zihinsel imgeler yoluyla tasarım haline gelen duygulanım ve tepki, mekanda etkinliklerini bedenin organları yoluyla dışsallaştırılmak için hazırdır. Birey oluşturduğu zihinsel ayrımı, bedeni yoluyla mekanda yansıtmış olur, yayılımlı yüklü algılar tekrardan dışsal algılara dönüşür. Zaman kuşkusuz, katışıksız haliyle mekandaki nesneye moment kazandırır, özneye ise geçmişteki tecrübelerin bellek yoluyla içsel algının kaynağı olan ardışık zaman, bilinçli isteğin sonucunda öznel sezgiyi belirtmektedir, zaman içsel algının doğrudan verilişidir; sadece öznenin tecrübesiyle ortaya çıkan bilinçli edinimin parçasıdır, asıl vurgulanması gereken yayılımsız ve özdeksel olmayan zihnin doğrudan doğruya verilişi olan sezgidir. 

Ben de keşke özel olabilseydim, dediğinizde bile bu sözü söyleyerek zaten özel birisi olma yolundasınız (Amacım burada özel olan, ideal olanın arayışı değil). Ancak birisi size ''sen de çok özel birisin'' dediğinde, kişi kendini özel bir kişi algılarsa bu eksik bir tanımlama olur. Burada tamamlanmayan olduğu gibi kalan dile getiriş neden eksiklik olarak tanımlandı? İnsan kendine, kendiliğinin üretimine bakmadan bir başkasının sözleriyle kendini konumlandırdığında re-fleksiyon nerede ve ne zaman, -akış içinde- bilinçte meydana gelecektir? Kendini bir başkasından uzaklaştırmak, kendini konumlandırmak da yosunlaşmaktır. Algılarını sınırlandıran bir insan ne yapar? Dogmatik düstura uygun olarak ''ben bildiğim yoldayım, benden öncekilerin bana verdiği erdemler, yetilerimle ayakta olacağım'' diyen bir kişiden nasıl güçlü ve canlı bir insan olmasını bekleyebilirsiniz?


Modernite toplumunun düzenlendiği mekanın vurgusu deneyimlerin kazanılmasıdır. Sayısal olan teknolojinin çerçevelediği sorunların yaşanması ortadır, insan tinsel atılımında ne yapmalı? Bize lazım olan, Bergson'un bahsettiği üzere zamanın içinde ve hafıza gösterdiği etkinliğine yönelmektir. Toplumsal ve bireysel ilişkilerde eksikliğin bir başka kaynağı, refleksiyonu ve belleği bir kenara bırakarak oluşturulan sınırlamaları yapmamızdan ileri gelmektedir. Her şey bir oluş içindedir, içsel zaman ve dışsal mekanın birbirine geçtiği dolulukla yaşantımız, üzerine düştüğümüz olduğu gibi kavradığımız sezgilerimiz bizim ürünlerimiz. Oysa hayatımızda, mekansal pratik ve zamansal düşünme birbirinden ayrı olarak değerlendiriliyor.

Eksiklik, bir başkasının sözlerini saf algımız yoluyla tamamladığımızı zannetmektir, oysa insanın kendine yöneldiği zaman belleğiyle, geçmişinin ardışık görüntülerini gözünün önüne gelmektedir. Hayatlar hızlandıkça ve kalabalığa itildikçe insan kendine yönelemez. Unutur benliğini ve belli bir an içinde bulamazsa kendini unutur. Yaşama ve doğaya karşı kurulmuş olan tahakküm kültürünün nesnesi olmuştur. İkincisi, İnsan, birey olma bilincini, kendine ve bir başkasına yöneldiğinde anlayabilecektir. Birisi, kendisine atfedilen övgüleri alacaktır. Peki şunu sorabilir mi? Acaba neden bana böyle bir söz söylendi? İkincisi, beni özel yapan nedir? İşte buradan sonra, şimdiden yola çıkarak karar vermemiz ve üstünde durmamız gereken bize atfedilen niteliği bellek sayesinde gözlemleyebiliriz. Subjektiflik, özgünlük ve özgürlük nasıl farkına varılır, işte bu yönde gelişen bilinçlenme, bizden farklı olan insan ile etkileşim sonucunda belirir.

Bellek bizim soruşturmamızı yapmak için önümüzde serilidir, bir an durulma ve yeniden düşünme etkinliğinde zamansal hareketlenme bizi geçmiş tecrübelerimize götürür, bu başkasının yaşadıkları değilse bile tecrübelerimin üzerine yeniden düşünme ediminde bulunmaktır; öznelliğin sınırlarını sağlamaktır. Ancak özne, öznelliğini belirleyip kendiliğini, nesneden ayırarak dualizmi sağlamaz, özne ve nesnenin birliği bellek kavrayışını peşimize katmaktadır. İçsel algı, bellek sayesinde oluşturulmuş olur, önümüze yeniden dikilen madde aynı şekliyle algı oluşturmaz, aradan zaman geçmiştir oluş ve süreç içinde sıralanan deneyimin hatırlanması sonucunda yeni algı modeli sağlanılır, bunun yanında belleği ön plana çıkaran doğrudan edinilen sezgidir. ''Evrene dair ardışık algılarımızın nitelik bakımından heterojenliği, bu algıların her birinin süre bakımından belli bir genişliğe yayılmasına; ardışık da olsa bize kendini hep birlikte gösteren uyarımların müthiş çokluğunu belleğin burada yoğunlaştırmasına bağlıdır.''(Bergson, 2020 :69).

Belleğin, zamansal anlar içinde bize sağladığı izlenim, mekanda bulunduğumuz etkileşime geçtiğimiz bireyler üzerinden gelmektedir, ancak buradan aldığımız katışıksız algı ve yayılımsız duyumun varlığının, bunun yanında bilgisi ancak bizim zihnimizde ve belleğimizde yayılan içsel tasarıma dönüştürülen sezgimizin verilişi, madde ve tinin üründür. İdealizm ve materyalizmin buluştuğu bunun yanında, dualizm ve dualizm olmayan arasında berrak ve heterojen olan parça ve bütünü sağlayan zamansal geçişleri sağlayan bellektir. ''Zamanın bölünmez genişliğini ideal biçimde bölmek, momentlerin arzulanan çokluğunu burada ayırt etmek, tek kelimeyle; tüm belleği ortadan kaldırmak, algıdan maddeye, özneden nesneye geçmek için yeterlidir.'' (Bergson, 2020 :69). Bu alıntıda, zamanın sonsuz geçişli ve yayılımlı süreçlerinin basamaklarını, ayırt etmede yöntem olarak mekansal, maddesel ve özdeksel olarak temellendirmenin, belleği sadece beynin bir fonksiyonu olarak göstermenin, katışıksız algıyla ve katışıksız bellek modelini takip etmektir; belleği, tecrübenin sadece bir alanda biriktiği vurgulamak onu sınırlamaktır. Bunun yanında sadece tin yönünden ele almak da onu eksik almaktır.

Bergson, belleği sadece tin üzerinden almaz, ek olarak bunun yanında maddeci düşüncenin belleği araştırmasında onun beyinsel bir işlev olduğunu da katılmaz. Madde temelinde ölçütün, belleği ortadan kaldırdığını savunur. Buna göre, bizim dışımızda kalan nesnelerin yayılımlı etkinliği, yayılımlı duyularımız sayesinde dışsal algımızı, zihinsel yolla yayılımsız duyumlarla birlikte içsel algımızı oluştururuz. Bizim bilinçli faaliyetimiz, elde ettiğimiz bilgiyi işlemektedir, bellek burada faaliyete girer, ve sadece bizim bildiğimiz başka kimsenin bilmediği, zamansal ardışık süreç dahilinde şimdilikten geçmişin izleklerinin buluşması yoluyla yargı da bulunuruz.

Bütün bu işlemlerin sonucunda, bilinçli etkinlik ve maddenin sağladığı katışıksız algı, bizim yüklediğimiz öznel algıya dönüşür. Bilinç sahibi ve yayılımsız duyumlar olan ardışık zamanın yüklü olduğu belleğe sahip özne, mekanın nesnesinin yayımlı duyumsal fenomenleriyle birlik oluşturur; keskin bir dualizm olmaksızın bellek faaliyetini sağlar, zamansal bölümleme mekanın algısında içsel ayrım sağlar, parçalı ve öznel açıyla belirlenir. Pratiğin ve teorinin akışkan birbirlerine belirlemesi ve gerekçelendirmesi dualizm olmaksızın doğrudan sezgiyi oluşturur, bellek zihinsel bir ürün olarak daha çok yüklü olduğundan teorik gibi görünse de belleğin ortaya çıkması maddenin duyumsanmasıyla gerçekleşir. ''Bu durumda, yayılan duyumlarımız daha çok sayıda momente dağıldığı ölçüde giderek homojenleşen madde, gerçekçiliğin sözünü asla tamamen çakışmadığı bu homojen uyarımlar sistemine doğru sonsuzca yönelir. Fark edilmeyen hareketlerle birlikte mekanı bir yana, yayılımsız duyumlarla birlikte bilinci diğer yana koymak hiç gerekmez. Tersine, yayılan bir algı içinde özne ve nesne önce birleşir; algının öznel yanı belleğin kasılmaları içindeyken, maddenin nesnel gerçekliği de bu algının içsel olarak bölündüğü çok sayıda ve ardışık uyarımla çakışır.'' (Bergson, 2020 :69).

Bergson'un felsefe modeli, bellek üzerinden haritalanmaktadır, ancak katışıksız algı olmayan, tinimizle sağladığımız algının zihinsel ve maddesel bütünleşmesidir, saf algı ve içsel algı ayrımında zamansal ve mekansal farklık nedir? Bergson'a göre, saf algının mekansal yapıdaki varlığı parçanın bütününün ilişkisidir, maddesel formattaki saf algının durumu maddesel olanla ayrık yapıda değildir, maddeyle arasında niteliksel değil niceliksel ve derece farkı vardır çünkü bu farkın oluşumu artık maddeyi algılayan bilinçli varlık olduğundan dolayı dilsel değerlendirmeyle ayrımı yapılmıştır. ''Bilinçli algının tüm maddeyi kapsayamadığına kuşku yoktur.'' (kapsamadığından kasıt, yayılımsız olan anlamında söylemektedir) ''Bilinçli algı, maddenin içinde bizim ihtiyaçlarımızı ilgilendiren şeyi ayırır ya da ayırt eder.'' Bergson, 2020 :70).

Kaynak

Bergson, Henri, Madde ve Bellek, Çev: Işık Ergüden, Fol Yayıncılık, 2020, Ankara.

Yorum Gönder

0 Yorumlar