Yazı
hakkında belirtmek istediğim bir durum bulunmaktadır. Bu yazı Ankara Üniversitesi,
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Coğrafya Bölümünde 4.sınıf dersi olan AFRİKA
dersinin vize ödevi için hazırlanmıştır. Yazının notu girildikten sonra yazım
paylaşıma açılmıştır. Dersini verdiğim hocamızın, bu yazıyı çok beğendiğini
bana ilettiğinde, yazının benim için ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Umarım
bu yazı, bölge ve mekan paradigmasında düşünce işleyişini ve izlenimlerinin
oluşmasında bunun yanında kıta olan Afrika’nın değerlendirilmesinde yardımcı
bir okuma sağlayabilir.
Eren
Karaoğlu
Mekan
ve Bölge Kavramı Üzerinden Afrika’nın Eşitsizliği ve Yoksulluğu Hakkında
Giriş
Afrika’nın çıkışından beri gelen
kalıplaşmış toplumsal, kültürel, ekonomik yapısı içinde uygarlık-modernlik
öncesi toplukların yaşamı -burada kesinlikle antropolojik yaklaşım içinde bazı
evrimcilerin indirgemeci düşünceye yönelmiyorum-, dünyanın geri kalanı olarak
gösterilen dünyanın bir kısmı içindeki haliyle; bilinçaltında bile yer ettiği
belirlenmiş ölçüt, endeks ve katı kodlamalar içerisinde kalan öncelikle Kıta,
bölgeler, mekânsal, yersel(beşeri ve fiziki) unsurların bile dış kuvvetlerce
emperyalist ve kolonyal oluşumlarla belirlenmiş ve belirlenmektedir. Afrika
halen egzotikleştirilmiş ve bunu yanında kapitalist üretim mekanizmalarınca ham
maddenin merkez ülkelerde üretim süreciyle üretilmiş metanın satışı reklam
yoluyla satılırken bile söylem AFRİKANIN tüketimidir; retorik bellidir, bir
ürünün ham maddesi Afrika-içinden gelen egzotik hallerinin meta fetişizmine
uygun duruma göre kavramsallaştırılır, bu yönüyle bile AFRİKA içinden gelenin
kitle kültürüne göre düzenlenmesi, egzotikleştirme yoluyla ürünün derin
anlatımında Afrika belirtiminin olması tüketicinin ilgisini çektirme
retoriğidir.
1.Yazının Epistemolojisi
Gösterimi toplumu içinde çözülen
Afrika’nın 21.yy’da tezahür eden, tüketim araçlarının medyanın toplumsal dizge
içinde yerleştirdiği ideolojisini yerleştirmesi; estetik yoluyla: Afrika
halinin egzotik derinliğinin çekici yönünün güzel ve ilgi çekiciliğini
estetik-haz modeline uygun imge/imaj yaratmak anlamına geliyor. Yazıda direkt
olarak, Afrika’nın egzotikleştirilmesi, şeyleşmesi ve metalşmasından başladım.
Bunu yapmamın nedeni, olguların tarihsel açıklanmasında sorunun kaynağına
inmeyi kolaylaştırmak içindir, Herder tarih birbirine bağlı halkalardır
dediğinde bu yazıda artsüremli zaman-mekan üstü yaklaşan pozitivisit empirik
okulun uyguladığı yaklaşımdan uzak birisiyim. Bunun yanında, bu yazıda
kullandığım yapısalcılık okulunun eşsüremli inceleyen olgu dizgesinin ve
şaşırtıcı biçimde artsüremci açıklamasını yani Levi Strauss’un evrimci ve
pozitivist yaklaşıma karşı çıkarak oluşturduğu Yapısalcılıkta, Herder’in
belirttiği gibi tarihsel dönemlerin birbiri ardına bağlandığı fikrini kabul
etmez. Evrimci, Yapısal-İşlevselci ve Yapısalacılık Neo-Kantçı dizgeyi
oluşturur, oysa ben bu yazıda tarihselci düşüncesi olmaksızın, Hegel’in ve
Marx’ın diğer Post-Marksistlerin yaklaştığı epistemolojik pencereden AFRİKA
konusuna odaklanmaya çalışacağım. Buraya kadar açıkladığım üzere, tarihin
halkaları belirtimi, metaforik anlatımda tarihi birbirine bağlayan dönemdeki
değişim ve başkalaşım nasıl okunmalı? En öncelikli taraf beşeri coğrafyada
toplum ve topluluklardaki değişimde kurdukları yapının bölgesel karakteri,
mekânsal kurulumunda sanat eserleri ve dini yapılardır, bölge yerine mekan
paradigmasını gösteren değişim: KÜLTÜR
sadece antropolojik olanı ahlaki ölçütü gösteren sembolik biçimlerdir; ancak,
şehirli, sanayileşmiş haliyle zaman-mekan sıkışmasının olduğu UYGARLIK
gerçekliktir. Bölgeselci paradigma ve mekânsal paradigmanın çatıştığı nokta,
sosyoloji, antropoloji ve tarih gibi
sosyal bilimlerin, kültür ve uygarlık çatışması, beşeri coğrafyada araştırma
nesnesinde incelenen antropolojik, sosyolojik ve tarihsel açıklanmasında bölge
ve mekan farkını da ortaya koymaktadır.
1.2. Tarih ve Tarihin görünür
kılındığı somut dizge ve hafıza: MEKAN
En basit haliyle, insan
davranışlarındaki değişimin tikel belirtiminde nedenin ne olduğunu anlamak için
ve nasıl bir durum anlarının birikimi mevcut durumdaki daha öncesinde
görülmemiş evrelerden farklı olarak yeni evre oluşmuş düşüncesine
başvurduğumuzda sadece tikel olan tarih ve coğrafi durumu bize vermesi zor
olabilir. İnsan davranışlarında, ruh biliminde bile antropolojik arkaik
dönemden taşınan bilinçdışının açıklanmasında, tarihe ve coğrafyaya özgü
düşünceye bakış açımızda tarihsel dönem öncesi ve sonrasında mantığın
oluşumunda hafıza arayışının izleri görülmez, bu hafıza Hegelci anlamda
Aufhebung ‘‘kapsayarak aşmanın’’ altının çizilmesi önemlidir; bu yolla Afrika
üzerinden yapılan bir anlatım yapacağım. Ayrıca, Eleştirel marksist okul
coğrafyada bu yönden çok önemlidir.
1.3. Bölge, Tarih-Coğrafya
ilişkisi: Bölgenin İki hali Kategorik İmparatif ve Diyalektik
tarih-zamanı birleştiren bölgeselci
Neo-kantçı anlayış yerine, Neo-Hegelci modelin temelini atan düşünceye göre
bölgenin varlığı diğer bölgeye bağlıdır, bu bağlılıkta bölgenin içinde yer alan
toplum-özne-insan fiziki koşullar-hayvan-bitki birbirleriyle diyalektik ilişki
içindedir, Neo-Kantı epistemolojik açılımda bölgenin kendinden menkul
varlığında bölgenin kendinde kurduğu özü diğer bölgeden farklı olarak ondan
aldığı veya almadığı örneğin a bölgesi ve b bölgesi vardır; a bölgesi, b
bölgesi olmadan da olabilir. Genel olarak Neo-Kantçı bu şekilde iken, ontolojik
olarak birbirine bağlı olmaksızın sanayi öncesinde gelişen daha çok Alman
düşünce sisteminde olan Fransız ve İngiliz okulunun yerine daha baskın olarak
gelişen bölgeci perspektifin arka planında, Almanların savundukları KULTUR,
İngiliz ve daha çok Fransızların savundukları CİVİLİSATİON yatmaktadır.
Bilindiği üzere, Coğrafyanın, bölge kavramından resmi olarak mekan kavramına
geçişi yani diğer sosyal bilimlerle uygun olarak kendini üniversite’de bölüm ve
bilim dalı açısından fiziki ve beşeri ayrımı ancak 1950 sonrasında oluşmasıdır.
Tarih-coğrafyayı ayıran pozitivist
coğrafya bu yazıda işlenmeyecektir. Ancak, daha çok Fichteci (ben-ben olmayan) fiziki
ve beşeri ayrımını geliştiği ontoloji ve epistemoloji olan ekonomik bölgesel
coğrafya; Afrika’nın doğal olarak fiziki ve beşeri ayrımının gelişmediği
batı-doğu, kuzey-güney ve iç kısımlarında ayrımın geliştiği, tabi bu durum
Asya’da bile olsa en azından Afrika kıtasını tanımlayan bölge, mekan, ulus,
özne, insan kendini tama olarak kimlik ve ortak benlik anlayışında da
gösterememiştir. Afrika’nın bölgesel coğrafya yaklaşımındaki iki ayrımın bir
tanesi olan Neo-kantçı dizgede, Afrika’nın bir kıta olarak ve Almanya’nın bölge
olarak ortak yönü olmasıdır, buna göre bölgenin anlatımında betimleyici dizge
kullanılarak kabile, topluluk, simgesel ve sembolik biçimler, dil ve lehçelerin
ayrımı vardır, ancak gitgide sanayileşen özellikle doğu kıyılarındaki ülkelerin
kendi içinde ve diğer kıtalardaki ülkelerle olan etkileşimleri bunun yanında
onların Afrika’da bulunan diğer ülkelerle olan ilişkisinin anlatılması yönüyle
ilişkiler, ağlar ve ayrımlarda üretim süreci, ürün farkı ve ürün tarzının
önemine dikkat edilecektir. En önemlisi ve son olarak, Afrika kıtasını her
yönden öteki haline getiren sömürgeleştirmiş, etiketleyen, Wallersteinci okulun
sağaldığı merkez-yarı çevre ve çevre ilişkilerinde merkez sanayileşmiş
kapitalist ülkelerin, çevre ülkelerine ucuz iş gücü, politik araç, ucuz ham madde
alınımında Afrika kıtası gibi çevre olmuş olan içindeki devletlerin varlığının,
kapitalist ülkeler için nasıl ontolojik zemin olduğunu ve kapitalist ülkelerin
kriz anında BM kuvvetleri, medya ve politik güçleriyle istedikleri zaman
Afrika’yı yeniden coğrafi açıdan modelledikleri ve yeni imge kalıplarına
döktükleri genel durumun oluşturulduğu, hali hazırda hep çatışma içinde olduğu,
toplumsal sıkıntıların görüldüğü duruma giydirilen Afrika karşımızda
durmaktadır.
2. Kullanılan Metot ve Mantık
Ödev yazımın, başlangıcından
itibaren yapmakta olduğum çözümlemede Frankurt okulu üzerinden söylemin,
kavramın ve ve Wallerstein’in merkez-yarı çevre-çevre teorisi göz önünde ele
alınarak; yorumlamacı metot kullanmayı tercih ediyorum, sayısal çevreleme ve istatistik
yani poztivist metodoloji bu yazıda ötekileştirilmiş ve ötekinin anlaşılmasında
ötekiliği sağlayan narsist bir insan gibi olan büyüklenmeci haliyle üretim
sürecinde egemen olan devletlerin-ekonomik temeli üzerinden Neoliberalizmle
nasıl vahşileştiğini gösteremez. Tabi bu tartışma bilim felsefesinin konusudur,
ancak bilinen ve bilinmesinde önümüzde duran çizelgede Eleştirel bir anlayışla
kurulan çalışmanın yapısını belirten metottur; Descartes ile birlikte
çözümleyici hale gelen metotun, mantıktan ayrılması ve bununla birlikte yetkin
belirtilmiş mantıklı olan epistemolojik yazımın olmasının metindeki işleyişi ve
metottun belirtilmesi ile birlikte yazının işlenmesinde metindeki yapının
kurulmasının nasıl yapılacağı sisteminin kurulması önem taşımaktadır.
3- Afrika’nın Fiziki-Beşeri
Coğrafyası
Bu konuda, söylenen ve tekrar
edilen, bazen yenilenen açıklamasında kullanılan epistemoloji Bölgesel
coğrafyadır. Nüfus, nüfus yoğunluğu, doğum oranı ve hızı gibi açıklamalar
hariç, Fiziki ve beşeri durumu coğrafyanın ilk aşamasında anlatılır. Ancak,
Afrika’nın antropolojik dağılımının açıklanmasında ve kültürün topluluklarası
ayrımının aktarılmasındaki önemi çok büyüktür. Bölge konusu üzerinden anlatılan
coğrafi değerlendirmelerin giriş kısmında bölgesel coğrafya geleneği kısa bir
şekilde anlatılır, ancak paradigmayı yazının açımlanmasında önemini büyük gören
araştırmacılar, anlatacakları bölgenin değişiminde kısa bir şekilde olmaksızın fiziki
ve beşeri unsurların arasındaki etkileşime Neo-Kantçı perspektifle yaklaşırlar.
Bu olgunun, epistemolojik kaynağına uygun açımlanan Doğa-Kültür, doğal
unsurların ve kültürel biçimlerin varlığının anlatımında insan-topluluk ve
kırsal-geleneksel bütünlük üzerinden bölgenin tikelliğini doğa-fiziki coğrafya
üzerinden tamamlama zorunlu olur, ancak 21.yy anlatımında bölgesel coğrafya
içerisinde fiziki coğrafyaya yönelen iki anlatım biçimi olmaktadır:
Birincisi, fiziki koşulları
anlatırken Sırrı Erinç modeline uygun betimsel anlatım, ikincisi ise fiziki
coğrafyada daha önce çalışmış araştırmacının sayısal analiz ve kısmen
betimleyici coğrafya gözünden bakarak modellediği anlatım.
Coğrafya’da anlatım biçiminde
gözüken Bölgeselci anlatımda, bir başka eksiklikte çevresel determinizm ile
bölgesel coğrafya paradigması ayrımı bilinmesini rağmen yapılan, ağır bir
şekilde anlatılan fiziki koşulların anlatımında bulunulmasıdır, bu anlatım
kısmen kültür, insan, antropoloji girdiğinde Alman Bölgesel Coğrafya paradigmasının
bileşenlerine uydurulan anlatım gösterilebilir. Ancak sorun, yine ortaya çıkmaktadır.
Sorunun kaynağında Bölgesel coğrafya’nın anlatımda unutulan Antropolojidir, neden
Antropoloji? Coğrafyacı, mekânsal biçimlere odaklanırken, Antropologlara yardım
ederken, kültür-topluluk-yaşayış biçimi-bakış açısı gibi anlatımda tikel olma
aranırken Coğrafyacılar, Antropolojinin yaklaşımlarında yer alan kültüre, ve
diğer bir başka bilim olan ancak Antropolojiden sadece ve sadece bir yönüyle
ayrılan Sosyolojiden bihaberdir. Sosyoloji ve Antropolojinin tek farkı,
kültür-topluluk-tarım-kırsal alana yönelen Antropoloji; diğerinin ise de uygarlık-sanayileşme-kent
mekanı-toplum olan çalışma alanlarının ayrımını belirginleşmesidir. Bölgesel
coğrafyada, yer alan Neo-kantçı bakış açısı ile yapılan ve laboratuvarın Almanya’nın
bölgelerce ayrılmasından kaynaklı ve yine bu
parçalı-tikel bölgeler içinde kalan Almanya’nın aydınları olan Goethe ve
Schiller’in savundukları KULTUR VE BILDUNG içinde Fransa ve İngiltere kaynaklı CİVİLİSATİON’a
karşı olarak geliştirdikleri kültür ve bölgeselci yaşamın savunulması
ROMANTİZMLE birleşen doğa ve kültür çatışmasına yoğunlaşan Alman BİLDUNG
modeline uygun estetik ve etik taşıyan benlik oluşumuyla aynı zamanda tikel
olan estetik-etik gösteriminde bölge ve benlik aktarımını meydana getirmenin
tinselliğinin aktarımı , bir başka tarafta yer alan Kant’ın Coğrafya adlı
eseriyle gelişen epistemolojik aktarımla Bölgesel Coğrafya yer alır. Ancak,
Almanya bile 1900 sonrası KÜLTÜR ve UYGARLIK çatışmasını bir kenara bırakarak
uygarlığın araçlarını kullanmasıyla birlikte kültürünün yavaş yavaş
göstermiştir. Neden bir değişim oluyor? Çünkü durum gayet görünür bir haldedir,
kültürün emek, bilgi, sembolik biçimler, geleneksel yöntemleri, etik-estetik, tanrısal
teleolojik yüceliğe yönelmesi ve bilgi ayrımına izin vermeyerek bu
saydıklarımla birlikte bir benlik yaratmak istemesi artık kentli, bilgi-emek,
bilgi-kol gücü, iş gücü, sermaye, sınıfsal ayrımın ve sınırının tüketim-gündelik
yaşam içinde gelişen ayrımların belirgin olmasıyla Kültürün din-gelenek-tarıma
bağlı emek-sermaye-iş gücü-zamanı, kırsal alan, bölge fiziki koşullarına
uyguladığı meslek biçiminde çoklu iş yapma öğretimi yani bir bilim insanı geleneksel
üniversite eğitiminde hukukçu, sermaye sahibi, doktor, asker, şair, filozoftur,
Goethe keza çoklu meslek içinde kimliğe sahipti. Artık, modernite geleneksel
olan epistemolojik normatif ve bütüncül genel durumu ayırdı, en önemlisi tam da
Snow’un anlattığı İki Kültürün ortaya çıkışıdır, artık Orta çağ üniversiteleri
kentli halin parçalanmış ve ayrılmış sınırlanmış etkisini taşıyamadı. Buradan
sonrasında halen bizim, herhangi bölge konusunda bir tartışma yaparken modernite,
küreselleşme, neoliberalizm, kültür-uygarlık çatışmasını kent-kırsal ayrımını,
toplum-topluluk ayrımını en önemli ayrım dizgesi olan Sosyoloji ve Antropoloji
ayrımını gözeterek anlatımlarımızda halen Coğrafya neden geride kaldı sorusunda
ampirik gerekçeler ve disiplinin iç tartışmalarına yönelmemiz eksikliği daha
devam ettirecektir. Yapmamız gereken, bilgi okyanusunda halen geleneksel modele
uygun aradığımız bölgeselci coğrafyanın sınırlandırdığı kültür-tikellik
biçimlerinde en azından disiplinde yeni gelişmeye sağlayan MEKAN üzerinden devam
ettirmemiz gereklidir. Bu yazıda Hegel’in olumsuzlayan dizgesi, Marksist gelenekle
birlikte ekonomi-politik; Wallersteinci model ayrımıyla Afrika’ya yönelmek
olacaktır.
Afrika konusunda, iki anlatım
olacaktır, kıta biçiminde değerlendirilen Afrika’da kültür-modernite ayrımı
üzerinden -Sosyolojiden yardım alarak- sanayileşen
doğu ve güney kıyılarında toplum-mekan üzerinden inceleme, sanayileşmemiş,
kırsal alanda yaşayan, topluluk biçiminde kültürün holistik ve normatif
kabulüyle yaşayan kabile yaşamlarına odaklanmayı Antropoloji üzerinden inceleyeceğim.
Ve halen, yeni yeni gelişen ve modernleşen Afrika’da bölgenin mekan kavramını belirlemeden
yapacağım bir analizde Kantçı dizgeden farklı olarak ben-ben olmayan Fichteci
modele giderek bölgesel -ekonomik ayrımlara değineceğim. Yukarıda belirttiği
üzere sadece bölge tikelliğinde gösterilen ayrımda Kantçı bölge ayrımında, bir
bölge bir bölge olmaksızın da olurken, Fichteci ayrımın devreye girmesiyle yani
işim modernite kısmını düşünerek bir bölge bir bölge sayesinde kendi
tikelliğini yaratır işte burada bölgeselliğin ekonomisi üzerinden alanı, ağlar,
ilişkiler kısmında kümelenme ve yığılma önemlidir; ancak işin tam anlamıyla
ilişkisel kısmında gözüken Hegel diyalektiği, Fichte’nin yarım bıraktığı
olumsuzlama işleminin eksikliğini fark etmektedir. Hegel-Marx üzerinden bölge
değil, mekan üzerinden inceleme yapacağım; bu durumda mekânsal ekonomik öbekte
yer alan mekanın bölgeyi meydana getirilmesini tam anlamıyla Kant ve
Fichteci bölge kavramından sıyrılarak bölgenin, mekanı kapsayan ve belirleyen
anlamından farklı olarak hem mekanın bölgeyi belirlemesi hem de mekan ve bölge
arasındaki diyalektik çatışmayla Hegel’e yönelerek Wallersteincı merkez-çevre-yarı
çevre belirtimini anlatabilmek ve bunun yanından halen sanayileşmemiş-topluluk-fiziki
coğrafyaya bağımlı-Kültürün yansıttığı dizgeyle belirtilen tikelci bölge
anlatımıyla sanayileşmiş-sanayileşmemiş, kentli-kırsal, merkez, yarı çevre ve
çevre dizgeyi anlatacağım.
Bu arada Kant’ın sisteminde bölge, bir
başka bölgeyle sadece karşılaştırılır. Bir bölgenin tikelliğini anlatmak için
betimleme fiziki ve beşeri unsurlar ve yapılarla birlikte anlatılırken diğer
bölgede fiziki ve beşeri unsurları karşılaştırılır.
Fichte, Kant’ın sistemindeki tikelci-öznelci
modeli takip ederken, tikel olan bölgenin gösteriminde sadece karşılaşatırma
değil aynı zamanda bölgenin tikelliğini beşeri anlamda ondan aldığı unsurlar anlatılır
ve bir ölçüde seçilen bölge, bölge olmasının tikelliğini bölgeden elde ettiği
deneyimle kendisini gösterir. Ancak bu seçile, yıldızlı bölge kendi bölgeselliği
alanını, sınırındaki değişimi bölge ve nçlge olmayan haliyle gösterir, düalist bir
anlatım biraz aşılarak bölge sadece kendi içinde değil aynı zamanda bir başka
olarak bölge ile yaptığı deneyimle birlikte kendini olumsuzlamadan kendiliğinin
sınırlarına diğer bölgeden eklediği payla birlikte yeniden düalist-öznel-tikelci
etkinliğini korur. Bütün bunları yaparken, tabikide bölgeyi inceleyen ve böle
üzerinde yaşayan insanlarca yapılır; topluluk ve toplumlar arasında sadece
bölge içinde değil ve aynı zamanda başka bölgeden gelen kültür-topluluklar ve uygarlık-toplum
farklılığı gözlenir, işte buna göre seçilen bölgede değişim yaşanır. Fichteci modelle
birlikte artık sadece fiziki koşulların ağırlıklı olduğu belirleyen yön değil
aynı zamanda ekonomi-politika-askeri-jeopolitik öne çıkar.
Hegelci modelin bölge üzerinden tasarlanmasında,
bir başka bölge karşısında kendinden farklı bölge yapısının deneyimleyen bölgenin
artık kendini Fichteci model ile yeniden-bölge olma durumuna geçirerek bölge
üzerinde düşünülmesi burada ayrılır; Hegel’in olumsuzlayan dizgesi Fichte’nin bair
başka olan bölge varlığı sayesinde kendi-tikel bölge olma özelliğini yeniden
gösterilemez. Hegel’e göre öznel-nesnel olan birliktedir, öznel olan nesneli
belirlemezken nesnel olan ise özneli sadece kendi büyüklük ve etkisi içinde
özneli modellemez. Bölge artık geçersiz derken tümüyle ortadan kalkması değil
artık mekanını ve bölgenin çatışmasıdır, bölge kendini hem bir başka bölge
karşısında hem de nesnelliğiyle mekan karşısında olumsuzlamaktadır. Bölge
sınırı ve öznelliği ancak kendini olumsuzladığında gösteriri ve onun varlığı
olumsuzladığı diğer bölge ve mekana bağlıdır, işte buradan itibaren ihtiyaç ve
arzu çok önemli bir durumda kendisini gösteriyor; değişim ve oluş Hegel’in
Aufhebun muhafaza ve ilerleyen-değişim olan haliyle kültür-uygarlığın,
kent-kırsal, Wallersteinci dizge üzerinden göstermek istediğim üretim süreçlerince
ayrılan merkez-yarı çevre-çevre ülkelerin diyalektik çatışması ve birbirlerinin
ekonomik-politik-toplum-topluluk-dinsel-teleolojik-yaşam biçimleri-bilgi yapıları-askeri
durumları-eğitim farklıkları tam da bu minvalde ortaya çıkıyor. Afrika’ya
bakalım sonra onun içindeki Neo kantcçı bölgesel coğrafyaya, sonra Fichteci bölgesel-ekonomik
ayrıma, ve en son olarak bütün bu daha önceki iki bölgesel anlatımının kendi
içsel okuması ve değerlendirmesini toparlayarak tikelliğin-öznelliğin bölgesel
halinin nasıl eksik kaldığını görelim, ardından 1980 sonrası Marksist ilişkisel
mekana bakalım şunu demek zorundayız, salt-öznel bölge bile kendi içinde
değişkendir, bölgenin kendi içindeki ağları, ilişkileri ve bağıntıları,
bölgenin sınırlarında aranmalıdır dediğimizde mekanın ilişkisel olumsuzlayan
değişken ve muhafaza eden durumuyla seçtiğimiz bölgenin durumunu hem tarihsel
dönemlerini hem de mekânsal yapılarının geçmiş tarihsel dönemleriyle beliren
kent-kırsal, kültür-uygarlık ve geleneksel-modern ayrımları üzerinden
görebiliriz. Bu durumda, bölgenin sınırını aştığımızda onun gelişmiş ve gelişmemiş,
geri kalmış, eşitsizliğini, yoksulluğunu hegelci-marksist modelde Wallerstein’in
mükemmel olan Dünya sistemleri analizinin tuttuğu ana sorun kaynağını artsüremci
tarih anlayışı üzerinden de sorabiliriz: Üretim sürecindeki en büyük paya sahip
olan merkez ülkedir ve sadece ham madde üreten, fiziki koşullara bağlı kalan bölge
ve ülkenin bir bölgesinden kaynakların sömürülmesi, ucuz iş göçünün başlaması
ve hatta merkez ülkenin ham madde sıkıntısında olduğunda çevre ülkeyi doğrudan
ve dolaylı işgali; medya tarafından çevre ülkenin içindeki bölgenin istemi için
yapılan gerçekliği yansıtmayan haberler ve paylaşımları yaparak merkez ve hatta
yarı-merkez ülkelerin kitlesini hareketlendirmesi, örneğin Arap Baharı ve Afrika’da
bazı ülkeler üzerinden gösterdiği bir takım hareket ettirici retorik kullanarak
yaptıkları yayınlar.
İlişkisel mekanın belirlediği bölgedeki
kutuplaşma, yığılma, ayrımlar, birikmenin bilinmesi, haritalanması ve bizzat
insanların imgelerinden donuklaşmasını Afrika üzerinde anlatacağım. Mekan perspektifinde
Kant ve Fihteci bölgeselci paradigmadan, Hegelci ilişkisel mekana geçişte,
modern dünyayı, Antropoloji-Sosyoloji ayrımının belirdiği, topluluk-toplum,
gelişmiş-az gelişmiş, mekânsal ayrımda belirlenen ve belirtilen anlatımın
bölgenin durumu üzerinden bilinen Afirka göstergesinin kodlanmasında tümel-geçer
olmuş olan yoksulluk, eşitsizlik, politik-askeri sorunlar, eğitim seviyesi,
yaşam şeklinin kalitesi, kadınların gelenek ve modern uygulamalarla metalaşması,
şeyleşmesi (hem kent hem de kırsalda) genel olarak bütün özellikleriyle aslında
bütün kökenlerimizn geldiği Afrika’nın durumunu inceleyeceğim.
5-Afrika’da İçsel çatışmaları ve
Dışsal Çatışması
Birinci bölümünde kendinden menkul
antropolojik yönüyle fiziki koşullara uygun yaşayan topluluklarıyla ve
sanayileşen kentleşme oranı arttığı bölgeleri içindeki durumunda bir içsel
çatışması belirmektedir; burada belirtilen durumda Afrika’nın kendi içinde bir
çatışmasının bulunmasında epistemolojik ana koşulda gözüken ontolojik etkide
kapsam ve sınır, bölgenin mekanı kapsamasıdır. Bunun yanında hem içsel
çatışması hem de dışsal çatışmasında, Aydınlama döneminde, yapılan Avrupa
merkezci felsefi ve ideoloji görüşler zemininde, bilim ve teknolojik araçlar
Afrika’nın sömürülmesinde yardımcı olmuştur; dışsal çatışmaya daha öncelik
vererek yaptığım Wallersteincı teori, daha çok sadece içsel sanayileşen yönünü
ele alan bölgeler arası çatışmayı odaklanmayan Rostowcu aşamacı teorinin
eksiklerine odaklanıyor. Wallersteinci dizgede, kapitalist devletlerin kendi iç
piyasasında etkili olan tekelci sermayelerin belli ürün ihtiyacında Afrika’ya
devletin ideolojik aygıtları yoluyla nasıl kolonyal ve yarı-kolonyal oluşum
içine getirmesini anlatacağım. Bu yönüyle, Mekanların eşitsizliği, bölgelerarası
çatışmanın ontolojik boyutu epistemolojik açımlamayı belirliyor; bölge içindeki
yığılma ve kümelenme, mekanı belirten ise kümelenmenin ve yığılmamın
farklılıklarının mekânsal ayrımı belirtmenin ayrımını değil, mekanın bölgesel
ayrımı belirtmesi önemlidir, mekan odaklanma dışsal çatışmayı incelemeyi
sunmaktadır; Afrika ve Afrika’ya belirleyen Avrupa’nın öteki haline getirdiği
Afrika’nın hammaddesi, insanlarını ve kültürünü metalaştırması ve şeyleştirmesini;
ürünün yapılması, ürünün üretim sürecini yapacak köleler ve daha sonraki
süreçlerde ucuz iş gücü, sömürgüleştirme uygulamalarının doğrudan ve dolaylı
açıdan yapılmasıdır.
Ancak, yavaş yavaş sanayileşen
Afrika’nın doğu kıyılarındaki durumda artık Kültür ve Uygarlık ayrımı ortaya
çıkmaktadır, bunun nedeninde geleneksel-modern, kent-kırsal, üretim tarzında
olan sanayi-tarım, emek ve iş gücü ayrımında görülen kırsal alandaki ailenin ev
içindeki emek, iş gücü-sermaye ayrı değilken, kentli olan Afrika’nın bir
ülkesinde yaşayan bir, çalışanın ev içindeki emek ve iş gücü ayrıdır. Bunun
yanında artık bölgeden ulusallaşmaya yani bölgeden ülkeye doğru giden mekânsal
değişim görülür, sanayileşen doğu kısmına doğru göç yollarının oluştuğu bölgede
özellikle kırsal alandan gelenekse yaşam biçimini bırakmış insanlar artık
sanayileşmiş kente doğru göç ederler, ucuz iş gücü artık yavaş yavaş nüfusu
artan ve kent sınırlarının kırsal alanları değiştirdiğini de görürüz. Refah, iş
gücü piyasasının hareketliliği ve üretimdeki artış ancak yanında, geleneksel-modern
çatışmasını yaşayan birey-toplum ve birey-birey çatışması -antropoloji ve
sosyoloji ilgilendiren- meydana gelmektedir. Sınıfsal yapının geleneksel-tarım
halinde topraklarını çevrelemiş kırsal alanın hegemonyasından, sanayileşmenin
meydana geldiği üst sınıfların etkin olması; toplu çalışma mekanı emek+zaman
oluşması, artı ürünün fazlalığının seri üretimde oluşması, emeğin
yabancılaşması, sınıfsal çatışmasının eşitsiz ücretin dağılımını yaratmasıyla
birlikte etik çöküntülerin oluşması ve çatışmaların ortaya çıkmasının örüntüsü
200 yıl önce Avrupa’da ortaya çıkan sanayileşmenin farklı mekanda farklı
tarihte yaşanmasıdır; sosyolojideki görülen durumun tekrar etmesinde farklılığı
meydana getiren antropolojidir ve üçüncü olarak bu iki sosyal bilimdeki
somutlaştırmayı mekânsal varlığı ya yılımı, değişimini ve dönüşümünü
sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel, politik-ekonomi ve politik-teleojik yönden
bakmak zorundayız. Politik-teleoji çok ilginçtir, tam da Nietzsche’nin dediği
Tanrı öldü belirtimi artık dilsel açıdan dile getirilen, seslenilen, vaaz
haline dönüştürülen geleneksel olan Tanrı kalıbı yerine artık sekülerleşen ve
artık ulusal bazda kahramansal olan kurucu liderlerin teleojik ve politik imge
ve kodlamanın toplumdaki kristalleşmesi de olmaktadır.
AFRİKA’nın sanayileşen mekanlarında
materyalist ontoloji ve ideoloji yönergesiyle paranın ve tüketimin araç
halinden çıkarak amaç haline gelmesi, niceliğin niteliksel belirtimi
olmaktadır. Modern olmanın yolu uygarlığın araçlarının kabulü ve modern olmayan
antropolojik-kültür arasındaki çatışması görülmektedir, çünkü sanayi
aşamalarını deneyimleyen Afrika’nın sanayileşen bölgeleri Rostow’un aşamaları
nasıl ki Avrupa’da meydana gelmişse gelsin, Afrika’nın kendine özgü yapısı
vardır, kabile kültürü ve sanayileşmiş uygarlığın içinde yer alan toplum ve
topluluk çatışması derinleşmektedir, bu kritik ayrışmada Afrika’da Tönniesci
topluluk ve toplum ayrımı çok önemlidir, cemaat halinde olan insan grubunun
nesne alanında Antropoloji bölgeselci yaklaşım, cemiyete yönelmesi programında
daha doğrusu cemiyetleşme Sosyolojinin alanıdır, bunun ayrımını bölge ve mekan
ayrımında gösteren bilim ise Coğrafyadır; Afrika’nın sanayileşen kısmı ve
sanayileşmemiş kısmında yer alan ayrımında her iki yönüyle gelen sömürge
bulunmaktadır.
Bölgeselci ekonomik anlayış içinde Afrika
kıtası ölçeğinde sanayileşmemiş, ileri ve Orta düzeyde sanayileşmiş, ham madde
ve yarı ham madde ayrımları dikkate alınarak hakim bölge içinde görülen mekânsal
farklılığı gözlemek amacıyla Wallerstein’ın yaptığı ayrım, mekanın ekonomik
dizgesinin nasıl ayrıldığını gösterir bir yandan da David Harvey, eşitsizlik ve
neoliberalizm üzerinden Afrika’nın somut sömürge planı ve medya üzerinden hatta
filmler üzerinden batı insanın kafasında dayatılan imge yoluyla Afrika’nın
sınırlandırıldığı etken durumunda Avrupa ve Amerika’nın müdahaleci
politikalarında 1980 sonrası gelişiminde özellikle kıyı kesimlerinde,
Afrika’nın orta kısmında ucuza mal edilen, görevlendirdikleri yerel yönetim,
silahlı aygıtlarıyla taşınan malların ve önemli madenlerin kıyı bölgelerinde
yer alan ülkelerin mekânsal transit alanlarındaki liderlerin önemi çok
önemlidir; bundan dolayı nasıl ki özelleştirme ve alanların küresel piyasaya
aktarılması sonucunda askeri ve politik gücü elde tutan liderlerin önemi,
merkez ülkelerde yer alan üst sınıfın isteğine göre devletin destek verdiği
sermayenin gücünü oluşturan firmaların devreye girmesi Afrika’nın adaletsiz ve
eşitsiz durumunun kaderini oluşturuyor. Ancak, merkez ülkeler ucuza mal ettiği
yolla çevre ülkeler ve aynı zamanda yarı çevre ülkelere -yani hammadde hem de
yarı işlenmiş hammadde üretim sürecinde bulunan- hükmetme çabasının olması,
ontolojik açıdan kendini yeniden üretmesi bakımından onlara bağlıdır. Afrika’nın
ilk giriş kısmında bahsetildiği üzere, markalarda kullanılması var; örneğin,
Afrika şarkısı, Afrika renkleri ve Afrika’da üretilen daha çok gıda sektöründe
kullanılan besinlerin egzotikleştirilmesinin sağlanmasına yönelik olarak
yapılan şeyleştirme gösterge ve izlenimi oluşturmuş oluyor. Afrika’da ucuz iş
gücünün somut emeğini ortadan kaldırmaktadır, tüketim araçları kapitalizmin
çelişkilerinin üstünün örtülmesinde, batının insanını ya da daha doğrusu merkez
ülkelerde yaşayan Afrika konusunda edindikleri bilginin sınırı ve genel durumu ancak
Afrika konusunda medyanın uyguladığı imgeler, hareketler ve izlenimlerin
yoluyla bilinebiliyor.
0 Yorumlar
Mesaj Gönderebilirsiniz
Emoji